Bu gündüz barda
Bilge, bilgelik yolunda yürümez. Aslında bu cümleyi sanırım Hermann Hesse'ye ithaf etsem kimse fark etmezdi. Gayet o da söyleyebilirdi. Belki de söylemiştir ama ben duymamışımdır ya da okumamışımdır. Bilge kendi yolunda yürür. Kendi hayatını yaşar. Kendini tanır, kendini bilir. Onun yolunu bizim kıskançlıklarımız, aç gözlülüklerimiz ve öykünmelerimiz bilge olarak tanımlar. Önemli olanın yol olduğunu zannederiz. Bilgelik yolu bilgenin kendi tanımı değildir. Çoğu zaman bunun farkında da değildir. Umurunda da değildir. İnsanları en çok da bu umursamazlık şaşırtır. Ve bunu kaçırırlar, anlamazlar. Soyut kalır.
Bilgelik yolunda yürüyemezsin. Çünkü bunun bir yolu yok. Kendi yolun var. Sen, kendi yoluna gitmelisin. Kendini gerçekleştirmek derler bazıları buna.
Yine barda oturuyorum. Cips biradan önce bitince hoşuma gitmiyor. Köşede, kapının yanında iki kişilik küçük bir masa. Yine bu saatte ortalık tenha. Kimse yok. Karşı köşede, sahte şömine dekorunun yanında karşılıklı iki deri koltuk ve aralarında beyaz bir sehpa. Koltuklardan biri üçlü, diğeri ikili. Üçlü olan koltukta, kırklarında, benim gibi gözlüklü ve göbekli bir gündüz müdavimi oturuyor. Önündeki telefona bakıp sarı sidik gibi bir bira içiyor. Koyu, kırmızıya çalan koltuklar eskimiş. Sağından solunda parçalanmış derinin altından astarın ipleri sarkıyor. Adamın arkasındaki duvardan bir çift mavi göz bana bakıyor. Bir modern sanat tablosu, bir grafiti örneği bu duvarda asılı duran. Sahte şöminenin üzerinde bir okuma lambası, kitaplar ve eski bir radyo duruyor. Bu eski radyo merakı belli ki önemli. Çünkü başımı kaldırıp etrafa bakınca fark ediyorum. Diğer kıyı ve köşelerde de farklı marka ve modellerde eski radyolar duruyor. Adam şimdi montunu giyiyor. Gündüz müdavimleri böyledir. Sorumlu insanların küçük sorumsuz zamanıdır burada yaşadığımız. Bir kaçıştır hayattan. Uykudan daha derin bir dinlenme, bir modern zaman meditasyonudur.
Ne kadar eski radyo var burada! Şimdi fark ediyorum. Oturduğum yerden dokuz tane sayıyorum. Bir de çizgi romanlar var. Yüzleri tanıdık, isimleri komik gelen, yerel dilde çevirilmiş. Kara Maske yerine Musta Naamio yazıyor mesela. Tarzan var, Mad var, Hulk var, hepsi eski basım, klasikler. Bir yudum bira daha içiyorum. Bir bara gidince etrafınıza bakın. Eğer bardağın altına bir bardak altlığı koyma zahmetine giren ve hep bardağını bu kağıt üzerine koyan kişiler varsa, onlar mekanın kültürünü bilirler, içmeyi bilirler, mekana ve oraya saygı duyarlar, sevin onları. Koruyun.
Az önceki adamın yerini yaşlı bir çift aldı. Kadın mavi gözlerin altındaki üçlü deri koltukta oturup pembe, buzlu bir kokteyl içerken, beyaz saçlı yaşlı adam da karşısındaki ikili koltukta birasını yudumluyor.
Biram bitti. Bir bardak daha almaya kalkıyorum. O esnada hep şarap içen bastonlu yaşlı kadın geliyor. Her zaman yaptığı gibi, bir kadeh şarap ısmarlıyor, elinde bir gazete, her zaman oturduğu masaya geçiyor. Beyaz örgü şapkasını çıkarıp oturuyor. Bastonunu masaya dayıyor ve kadehinden derin bir yudum alıyor. Gazetesini açarak okumaya başlıyor. İki masa yanda, şöminenin yanında, yaşlı adam oturduğu yerden kalıp eşinin yanına geçiyor.
Yanımda da açık kahverengi deri bir üçlü koltukla siyah ahşap bir sehpa ve karşısında bir tekli koltuk var. Boş duruyor. Üçlü koltuk yerine divan demeli belki. Tekli koltuk da berjer. Ne önemi var anlatmak istediğini anlattıktan sonra? Koltukları, kıç sayısına göre adlandırmak hoşuma gitmiyor yine de. Az evvel içeri pembe montlu, çiçek çantalı bir kadın girdi kapıdan aceleyle. Yüzünü göremedim. Görseydim, belki bilirdim hikayesini.
Kırmızı fil. Bardak altıklarında kırmızı bir fil resmi var. Ve ben bilmem kaçıncı biramı içiyorum. Ve bu güzel. Sesler birer birer azalıyor. Duruluyor, sadeleşiyor ve çözünüyorum. Koltukta duran bir kırlentin oya bir örtüsü var. Bardayız. Tüm bildiğim anneannelerden binlerce kilometre uzakta. Yine de bu oya burada bir koltukta bir kırlenti süslüyor. Üstelik kırlentin kendisi yeşil. Tanıdık. Barmaid anneannem oluyor, çok içmen yavrum diyor. Yerde yeşil halı çayır çimen, hayat tuhaf bir yer ve yaşamak bir başkaldırıdır. Mavi gözler hala duvardan bana bakıyorlar.
Yeteri kadar kelime israf ettiysem, şimdi kitap okuma vakti. Çünkü sarhoşum. Sonunda.
Kararmış, tahta masamızda bir şişe şarap
Gecelerden bir gece, bezginiz
Üstelik, adamakıllı sarhoşuz,
ellerin ellerimde
İspanyol meyhanesinde bir kadın, çığlık çığlığa şarkı söylüyor
Belli yıkılmış bir kadın, hayli çirkin, hayli geçkin, ağlamaklı
Zayıf, incecik elli, incecik elli, kalın dudaklı
Sesi bir tokat gibi patlıyor kulaklarımızda
Yüzümüz al al oluyor, içimiz hüzün dolu, kahır dolu
Gözlerimiz kanlı
Yeter, yeter
Öleceksek ölelim
Haydi vur kendini şaraba, kedere ve aşka vur
Yeter, yeter
Öleceksek ölelim
Haydi vur kendini şaraba, kedere ve aşka vur
Daha içelim hey!