Çünkü ben
Çünkü ben, şiir seviyorum. Ve şiir yazabilen insanlara kızamıyorum. Nazım Hikmet, Sezai Karakoç, Attila İlhan, Turgut Uyar, Yunus Emre, Neruda, Yılmaz Erdoğan, Nilgün Marmara, Didem Madak... görüşü ne olursa olsun, yüreğinde şiir olan ve iyi şiir yazan kimseye gönül koyamıyorum.
Çünkü ben mavileri seviyorum... Son nefesimi verirken bir öğle vakti olsun istiyorum. Hani aylardan ya Nisan ya Mayıstır, saat on iki civarı, bir bankta oturmuşum, karşımda bulutsuz masmavi gökyüzü, belki ufukta bir uçurtma ne güzeldir, up uzun kuyruğu ebem kuşağı! Ah oracıkta versem diyorum son nefesi, masmavidir gökyüzü!
Çünkü ben eski kitapları seviyorum. Nasıl kirasını ödediği bilinmez ikinci el kitaplar satan bir dükkanın -ki dükkan sadece kitap satmamaktadır- tozlu rafları arasında bulduğum eski Paulo Coelho kitaplarını seviyorum. Hiç okumuyorum onları. Eskiden okumuştum. Hala hatırlıyorum ama yine de para verip alıyorum çünkü kitaplarım çok uzak bir şehirde dağıldı gitti ve geriye fazla bir şeyim kalmadı. Şimdi kaybettiğim kitaplarımı usulca geri topluyorum.
Çünkü ben yaşamayı seviyorum ve yaşamak kolay bir iş değil gerçekten. Ama yine de uyanıyorum işte her sabah. Yapmak gereken işler var diyorum. Devam diyorum. Gittiği yere kadar işte. Bazen yoruluyorum. Bazen gülümsüyorum. Hayat bu, diyorum. Bazen güzel şeyler olacak diye ümit ediyorum. Yetiyor işte.
Çünkü ben yazmayı seviyorum. Kelimeleri seviyorum. Yazmanın bir büyüsü vardı parmak uçlarımda. Kalem kağıtta akarken ardında bıraktığı izleri seviyorum. Bir kayboluş, bir akıştı yazmak. Sadece kelimeler kalsın, gerisi hiç mühim değil. Yazmanın insanın ağzında bıraktığı bir çilek tadı vardı. Haziran öğleden sonralarında dudaklarımın değdiği eski bir çilek tadıydı. Rahmetli annem alırdı pazardan bir poşet dolusu çilek! Biraz pudra şekeri, yere eski bir gazete yayar, çizgi film seyrederken o çilekleri yerdim ve bitirirdim hepsini de. Dilimde çilek kırmızılığı. Yazmanın işte, öyle masum bir tadı vardı dilimde. Ben o tadı arıyorum hala.
Çünkü ben annemi özlüyorum bugünlerde. Aklıma geldiğinde dahi gözlerim doluyor. Belli etmemeye çalışıyorum. Dinleyemediğim şarkılar var mesela. Burnum sızlıyor, gözlerim doluyor. Ulan kocaman adam oldun, diyorum kendime ama işte annemi çok özlüyorum. Oysa ne hayırsız herifin tekiydim ben. Arayıp sormazdım. Yakınırdım bazen. Ama severdi ya beni annem. İnsanın hiçbir şey beklemeden seveni sadece annesidir gerçekten. Ben bu yetişkinlerin dünyasını sevemedim bir türlü. Her ilişki gerçekten bir ticaret midir? Ah annem ne güzel çilek reçeli yapardı.
Çünkü ben korkuyorum. Kaybolup gitmekten korkuyorum. Ardımda bir iz kalmamasından korkuyorum. Yaşlanmaktan ve eskimekten korkuyorum. Bazı insanlar sadece eskiyorlar. Onlar gibi olmaktan korkuyorum. Yüz binlerce yıllık insanlık tarihinde ufacık bir kıvılcım kadar ömrümün bir anlamı olsun istiyorum. Ve anlamını yitirmiş her günün ardından korkum katlanarak artıyor.
Çünkü ben biliyorum. Hiçbir şey bilmediğimi, haddimi, sınırımı, bacağımdaki yaranın nasıl olduğunu, gözlerimi hangi kitaplarla bozduğumu, kimleri sevdiğimi, kimleri unuttuğumu, kimleri unuttuğumu dahi unuttuğumu biliyorum. Çünkü yaşamak bilmeyi gerektiriyor.
Çünkü ben, işte böyle bazen, ağlıyorum.