Uzaktan geldim
Uzaktan geldim. Geldiğim yerleri bilmezsin. Kimsenin konuşmadığı, kimsenin yüz yüze bakmadığı, ucu sonu belli olmayan bir kervanda kırk sene yürüdüm. Haramiler kesti yolumuzu, haraç verdim, kılıç çektim, dayak yedim, gece uykularımda yarınlarımı çaldılar, elimde avucumda kalan kum taneleriyle yoluma devam ettim. Uzaktan geldim. Yoruldum. Susuzluğu bilirim. Açlığı da. Gece yarıları uykularından sıçrayarak uyanmayı tanırım. Bacaklarımın ağrısı, yüzümün yanığı, gözlerimin sönen ışığı, gün doğumları. Hepsini gördüm, tattım.
Geldiğim yerleri bilemezsin. Çok uzakta. Orada düşlerim vardı, bir uzak diyarın hayali vardı. Her akşam üstü iskeleye iner, uzak denizlerin, çöllerin, kervanların, bin bir gece masallarının, gözleri sürmeli esmer bir çöl serabının, şarabın, tehlikeli serüvenlerin hayalini kurar, her gün batımını bir gün büyük adam olmanın umuduyla izlerdim. Büyüdüm. Adam oldum. Büyük adam olamadım. Yollara düştüm. Bilemedim, yollar demek hayallerini, o yola dair ümitlerini ardında bırakmakmış. Yol bir çelişkiymiş. Gittiğin yerden ne bekliyorsan, yol onu senden alırmış. Bilemedim.
Geriye insanlığımın posası kaldı.
"Kendine fazla yükleniyorsun, haksızlık ediyorsun."
Ne kadar güzel bir cümle. Bu cümleyi duymayalı, yirmi üç sene oldu. Belki sonra başkaları da söylemiştir ama hiçbirisi ilk kez duyduğumdaki kadar samimi değildi. Dünyanın en güzel cümlesi bu. Küçüktüm ve salaktım. Herkes kadar işte. Orta okul yıllarında sevdiğim bir arkadaşımı çok üzmüş, sonra bu yaptığım yanlışın bendeki vicdan azabıyla kendimi çok suçlamıştım. Herkesin yanlış yapmaya hakkı olduğu bu dünyada ve o yaşlarda benim böyle lükslerim yoktu. Kendime çok kızdım. İşte o zaman söylemişti o arkadaşım bunu bana. Kendine fazla yükleniyorsun. Yapma, demişti. Acaba şimdi ne yapıyordur? Nerelerdedir? Şimdi otuz yedi yaşında bir adam, bak işte, on üç yaşında çocuğun söylediği bir cümleyi hatırlayıp ağlıyorum. Kendini sevme, kendini kabul etme, kendini affetme, kendine sempati gösterebilmenin bir cümlesi bu ama bunu kendime söyleyemiyorum.
Eğer vaktiniz varsa ve sevdiğiniz insanlar kendilerini yetersiz görüyorlarsa, kendilerini bir şeyler için suçluyorlarsa, en iyisi olamadıkları için mutsuzlarsa, daha iyi yapabileceklerini biliyorlar iken bir şekilde o gücü bulamayıp yapamıyorlarsa, bu cümleyi onlara söyleyin. "Kendine haksızlık ediyorsun" deyin. "Sen çok iyi bir insansın, harikasın" deyin. Yalan da olsa deyin. Ne olacak? Hep doğruyu söylediğinizde ne oluyor ki? Ne değişiyor ki? Daha iyi bir insan mı oluyorsunuz? Bazı insanlar, sadece karşılarındakinin canını yakmak için doğruyu söylemeyi, dürüst olmayı seçerler. Bence bu acımasızlıktır. Hepimizin içinde acımasız bir yan var. Çok canımız yandığında, acıtıldığımızda, örselendiğimizde, kabuğumuza çekildiğimizde ve çaresiz bırakıldığımızda dünyadan hıncımızı almak isteriz. İnsanların canını acıtmak isteriz. Saldırırız. Oysa... neyse ya. Söyleyin işte. Ya da söylemeyin. Kendinize saklayın. Hem ben buraların yabancısıyım. Huyunu suyunu bilmem. Dedim ya, çok uzaktan geldim. Gün gelecek, çok uzağa döneceğim.