Zamandan hızlı
Zamandan hızlı ve hayattan yavaş.
Hayır. Olayın benim için ışıkla bir alakası yok. Örneğin evren. 13.8 milyar yaşında bir evrende gözlemleyebildiğimiz evren (observable universe) nasıl oluyor da 46.5 milyar ışık yılı yarıçapında olabiliyor? Yani, her şey olduğu yerde dursa, evrenin başlangıcından bir ışık demeti ancak 13.8 milyar ışık yılı mesafeye ulaşabilirdi. Ve ışık, varsaydığımız en hızlı şey. Oysa, çevremize baktığımızda evrenin 46.5 milyar ışık yıllık bir uzaklığını gözlemleyebiliyoruz. Öyleyse, olayın gerçekten ışıkla bir alakası yok arkadaşlarım. Evren, ışıktan ve sanırım zamandan daha hızlı genişleyebiliyor. A ve B noktaları olduğu yerde dursun. Ve bir şekilde uzaklaşıyorlar işte. Anlatmam uzun sürer. (Merak edenler için The End of Everything: (Astrophysically Speaking)
Zamandan hızlı ve hayattan yavaş. Çocukken, iki dize yazmıştım. Aslında çok dize yazdım da, hepsini unuttum. Bunu unutmadım.
"Bu kentte yaşamak ölüm gibidir
Damla damla, ağır ağır."
Çok fazla fikrim var. Hiçbirisi pek işe yaramadı. Düşünüp durdum saçma sapan. Kendimi aradım. Kendini aradığında bulamayacağını yeni öğrendim. Kendini aynada görürsün. Bir de kafan giyotinle gövdenden ayrıldığında şansın varsa gördüğün son şey kendin olabilir. Bilmiyorum. Belki. Neyse, kendini aynada görürsün. İnsanlarda görürsün. Tek bir insanın seni nasıl gördüğünün önemi pek yoktur. Oy vermek gibi. Bütünün senin hakkında ne düşündüğü biraz daha önem kazanır.
Dışarı çıkıp ellerim ceplerimde ıslık öttüresim var. Yapamayacağımı biliyorum. Oysa, özgür bir insan değil miyim?
Gecenin bir yarısı biraz oturdum yazıyorum işte. Ne önemi var? Yeter ki kelimeler olsun. Kelimeler aksın. Kelimeler, arkamızda kalan ayak izleri. Her insanın kendi parmak izi kadar özeldir seçtiği kelimeler. Cümleleri devrik mi yoksa üzerine düşünülmüş mü? Etken mi edilgen mi? Çatısı kapısı bacası nerede? Tümleçleri belirtili mi yoksa kopuk uçurtmalar gibi gökyüzünde şen şakrak düğünler, fener alayları, teller duvaklar donanmalar mı! Hey ne duruyorsun be! Dur dur, Orhan Veli'ye kaydın gene. Neyse ne diyordum. İnsanların seçtiği kelimeler, anlattıkları değil nasıl anlattıkları, parmak izleri gibidir. Oradan tanırsın. Bir şiiri gördüğünde tanırsın Ali Lidar'ı, Attila İlhan'ı, Turgut Uyar'ı, Rimbaud'u, Neruda'yı. Bilirsin işte. Yedi notalı tek ritimli Serdar Ortaç şarkısı gibi bağırırlar benim diye. Ne yazdığının önemli yok. Yaz sadece. Yazdıkça, parmakların hareketlenir. Zihninde, keliemeleri seçmene yarayan o gerizekalı dürzü-dinamo, neyse işte o şey, onun pasları silinir. Şimdi mesela, yazarken dürzü-dinamo dedim ve aklım onüç yaşıma gitti yine. Okul sıraları. Stranger Things kıvamında dostluklar. Sonra paramparça olmak.
Korktum. Söyleyemedim kimseye kim olduğumu. Sustum. Bir vakit sonra öyle sustum ki, anlatmaya diye yanıma aldığım kelimelerim terk ettiler beni.
İçsel buhranlar grafiğinin altında kalan taralı alanın amına koyim.
Otuzaltı yaşında küfretmenin güzelliğini tadıyorum. Ve özgürlüğünü. Ne komik. Ve ne güzel bir özgürlük. Ama ellerim ceplerimde bu saatte sokağa çıkamıyorum. Neden?
Tüm kötü kahramanların aslında haklı olduklarını anladığım yaştayım. Megatron, Thanos, Bertrand Zobrist, Matthew A. Sobol.. Ulan Shredder bile haklı arkadaş. Hepsi güzel dava insanları. Bu hayatta, düşünen ve insanlığı, evreni kurtarmak isteyen herkesin karşısına dikilir kandırılmış, kendisini süper kahraman zanneden gerizekalılar.
Cheers Darlin'